Perşembe, Ekim 05, 2006

uzak yollardan geldim










bir haftalık st petersburg ve moskova gezimiz sona erdi. üç buçuk saatlik uçak yolculuğuyla istanbul petersburg rusya topraklarına indik. yaklaşık bir saat sonra otelimizdeydik. bir önceki gün sabaha karşı yola çıktığımızdan haşat gibiydik. duş ve kısa bir dinlenmeden sonra yemeğe indik. yemekler çok farklı, bize uyabilecek ve bol bol ananas kompostosu tüketerek karnımızı doyurduk bütün gezi boyunca. gözünü seveyim bizim türk mutfağının. her iki kentte de otellerimiz dört yıldızlıydı ve çok büyüktü hele moskova daki otel ikibin kişilikti. otelde alışveriş merkezleri, kumarhane kafeler, pub lar çeşitli clupler ne ararsanız mevcuttu. ilkgün erken yatarak bir sonraki yoğun geçecek güne hazır olmalıydık.

ikinci günpanoromik şehir turu için hareket ettik. ünlü ve büyük uzun caddeler, puşkin anıtı,liman feneri,darphane,alışveriş merkezi,kütüphane,saray meydanı, adalar, üniversite, kanallar,avora zırhlısı görülen yerler arasındaydı. st. petersburg neva ırmağı üzerinde 50 adadan meydana gelen bir başka ifadeyle doğunun venedik i, 4 milyon nüfusa sahip muhteşem güzellikte bir kentti. 1917 devrimine kadar ülkeye başkentlik yapmış. anıtlar, kiliseler, saraylar görülmeye değerdi. bu arada tarihi bir olaya da tanıklık etmiş olduk. st. isaac meydanında ve kilisesinde hummalı bir çalışma ve hareketlilik göze çarpıyordu. şehirde de tüm caddeler bayraklarla ve( siyah kurdela geçirilmiş) meydanda onlarca canlı yayına hazırlanan tv kanalları mevcuttu. yollar polis ve tören geçişi için bekleyen askeri öğrencilerle doluydu. meğer, son çar ikinci nicolas ın annesi devrim sırasında memleketi olan danimarka ya kaçmış, 1923 yılında da 81 yaşında vefat etmişti. danimarka ile yapılan görüşmeler sonucunda çariçenin oğlunun yanına defnedilmesine karar verilmiş. biz de böyle bir törene ve tarihe şahit olduk. çünkü bu onlar için çok önemliydi.
the hermitage sarayı yani çarlık döneminin kışlık sarayı muhteşemdi. avizeler, aynalar, duvar süslemeleri herşey ama herşey altındandı. binlerce ton altın kullanılmış sarayda. dış yüzeyde kubbeler, içte süslemeler tümü altın kaplamaydı. devrimden sonra müze olarak kullanılan saray ikinci dünya savaşında hasar görmüş, sonra da aslına uygun onarımı yapılmış. duvarlar avrupalı ünlü ressamların tablolarıyla süslüydü. yatak odaları ve saray mutfağı savaşta yağmalandığından onarılamamış.
1917 devrimi başladığında çar toplantı halindeymiş bir salonda, haber geldiğinde başka bir odaya kaçmış ve orada tutuklanmış. odada bulunan saat akşam 8 i 10 geçe durdurulmuş, hala da öylece duruyor. gördüğümüz şeyler arasında büyük bir toplantı salonundu som altından yapılmış büyük bir tavus kuşu görkemliydi. çar ailesinin önemli günlerinde altta saati de var tavus kuşu kanatlarını çırpıyor ve ötüyormuş. neva ırmağı kenarına yapılan saray hepimizi büyüledi. önemli bir not daha; devrim sırasında lenin askerlerine sarayın yağmalanmamasını emretmiş, hiç hasar görmemiş. adı geçen sarayda bizim baltacı mehmet in 2. katerinasının tabloları saray duvarlarını süslüyordu. çünkü katerina tarihe damgasını vuran güçlü bir kadınmış.
ilginç bir not daha; çarların, çariçelerin ve çocuklarının giysileri sergilenmekteydi bir bölümde. rehber küçük bir kabı gösterdi, o ihtişamda bile bitin önüne geçilemiyor, bayanlar kabarık giysilerinin altına bir yapışkan madde konulan kabı yerleştiriyorlar, bitlerin bu yapışkan maddeye yapışarak onlardan kurtulmaya çalışıyorlarmış.

bir sonraki gün baltık denizi finlandiya körfezinde bulunan peterhoff a yazlık sarayı görmeye gittik. karşı kıyıdan finlandiya yerleşimleri görülüyordu. temmuz ayında G-8 toplantısının yapıldığı saraya. bahçe düzenlemesi ve fıskiyeler, altın kaplı heykellerin ağzından akan sular, kısaca bahçe düzenlemesi çok hoştu. sarayın içi de kışlık saray gibi yine tablolar altından süslemeler, balo ve yemek salonları ihtişamlıydı.
aynı gün ikinci katerina nın eşinin kendisi için yaptırdığı puşkin kasabasında trarskoya sarayı da gördüğümüz yerler arasındaydı. bu sarayda beni ençok etkileyen amber taşından bütün duvarların kaplı olduğu büyük bir salondu. taşı işleyerek süslemeler de yapmışlardı.
londra da da yazlık ve kışlık sarayları da gezmiştim ama buradakiler çok ihtişamlıydı.

petersburg şehri 2. dünya savaşında faşistlerce 900 gün kuşatma altında kalmış, bir milyon kişi savaştan ve açlıktan ölmüştü. bu nedenle şehre gazi veya şanlı ünvanı verilmiş.
kaldığımız otelin tam da karşısındalenin devrim anıtını gezdik. siyah beyaz olarak devrim filmi izletiliyordu ziyaret edenlere. delik deşik miğferler, kurşun yemiş kimlikler, silahlar sergileniyordu o günlere dair.
üçüncü gecede otelde kazak müzik ve halk dansları gösterisini izledik, keyifliydi..
rehberler sürekli uyarıyordu metrolarda hırsızlık olayları için. tatsız bir olay yaşadık, guruptan bir arkadaşımızın kargaşa yaratarak parasını çaldılar, herşey gözümüzün önünde oldu ama öylesine el ve ayak çabukluğu var ki yakalanamadı.

dördüncü günün sonunda iki kişilik vagonlarda elekt. trenle aynen bir otel odası gibi hazırlanmış, tertemiz.. sekiz saatlik bir yolculukla moskova ya gittik. tren yolu ormandan geçiyordu, hep bu ülkenin köylerini merak etmişimdir.. yol boyunca köylere de rastladık. düzenli yapılarla bizim köylerimizden farklıydı.

rehberin anlattığına göre herkesin ülkede evi var. ekonomik durumu iyileşen aileler daha büyük evlere çıkıyorlarmış. elektrik, su, ısınma, telefon vb. temel ihtiyaçlar için yaklaşık 50 dolar alıyormuş ayda devlet. ama emekli aylığı 95 dolar gibiymiş. her iki kentte de yaşlı bayanların sokak temizliğini yaparken gördük, belli ki paraları yetmiyordu. hem de epeyce yaşlılardı. moskova da inşaatta dış duvar sıvacıları gördük bayan. saçlarını sapsarı boyamış, modern görünümlü ama inşaat işçisi. sokakları temizleyenler de bayandı. bir inşaat mühendisini şöförlük yaparken görebileceğimizi söyledi rehber. rejimden memnun değillerdi, gençlerin dejenerasyona uğratıldığını, sürekli içki içen, okumayan, marka meraklısı, cinsellikte sınır tanımayan bireyler yetiştirildiğini belirttiler bize.

her neyse.. sabah moskova ya varmıştık, 12 den önce otele yerleşemeyeceğimizden şehir turu yaptık. manej, gum, lenin mozelesi,bolsov tiyatrosu, tverskaya caddesi, şehre hakim poklonya tepesi, lenin tepesi, kızılmeydan, kremlin sarayı, moskova nehri, parlemento binası gördüğümüz yerler arasındaydı. en önemlisi ünlüler mezarlığında yatan nazım ı ziyaret ettik. türkiyeden getirdiğimiz çınar ve selviyi başucuna diktik. bence gezinin en anlamlı bölümü bu idi.
öğleden sonra dinlence akşam yemek ve biraz casino da zaman geçirdik. ne kumar oynuyordu japonlar, hayret birşey...bir kaç küçük deneme biz de yaptık küçük meblağlarla..
erteb
si gün ünlü moskova metrosunu gezdik. sanki metro değil, saraydı arkadaşlar. her yer sanat eserleriyle donanmıştı, avizeler, duvar süslemeleri, usta ressamların elinden çıkmış duvar resimleri... sonra da alışveriş merkezinde serbest zaman.. ural dağlarından çıkan değerli taşlar en önemli hediyelik eşyalar arasındaydı, herkes de birşeyler aldı.. bütün dünya markalarının dükkanlarını da görmek mümkündü. petersburg tan sonra moskova yı beğenmeyeceğimizi söylemişti rehber bize. gerçekten de öyle oldu.. son gün lenin mozelesini de ziyaret ettik. kamera, fot. makinası , kameralı cep telefonlarıyla mozoleye girmek yasaktı. saygılı davranılmasını uyardı rehber, eller bile cepe sokulmuyor uyarıyorlardı. lenin mumyalanmış mı denir bilmem veya ilaçlanmış ( haftada iki gün alt bölüme alınarak bakımı yapılıyormuş) sanki uyuyormuşçasına yatıyordu. ufak tefekti ve etkileyiciydi. elektro manyetik alanın güçlü olduğundan kalp hastalarının ve vücudunda pil vb. şeyler taşıyanların mozoleye girmesinin sakıncalı olduğunu rehber sık sık uyardı. yedinci gün de akşam üzeri moskova dan istanbul a hareket ettik. hiç başıma gelmemişti, moskova havaalanında ayakkabılarımızı çıkarttırarak XR cihazından geçirdiler.. istanbul a indiğimiz saatlerde THY tiran uçağı kaçırılmış, biz ist. inince öğrendik.. yakınlarımız epeyce telaşlanmışlar. iç hatlardan izmir e hareketle bu yolculuğu da burada bitirdik. darısı diğer gezilere olsun.

Not: çok resim çektim ama yayınlayamıyorum hepsini. diğer sayfalarda deneyeceğim. bir de fot. makinamın tarih bölümüyle oynamışım ve düzeltemedim....
sevgiyle kalın...

Pazartesi, Eylül 25, 2006

öteden beriden

yeni işime başlayalı 5 işgünü geçti. ben masa başı işinden pek hoşlanmıyorum, bu yüzden de amirlerimin idareci olma tekliflerini hep geri çevirmişimdir. bu ifadem, yeni işimi sevmiyorum anlamına gelmesin. fikir yürütmek için henüz çok erken. öğretmenlik mesleğimi sonsuza kadar yürütecek değildim elbette, evde de boş boş oturamaz, gün-komşu ziyaretleri bana göre değil. aslında karışık duygular içerisindeyim. çünkü bu iş de hemen bitiverecek, istediğim an çantamı alıp da çıkıvereceğim gibi değil. çünkü birileri bana güvenerek böyle davrandı.

kendime ait bir odam var. arta kalan zamanlarda zaman geçirebileceğim bilgisayarım, hayırlı olsuna gelen giden, geçerken uğrayıveren dostlarım var, çoğu arkadaşı tanıyorum, bu da iyi.. beni yoran sabahtan akşama değin işyerinde kalmam. geçtiğimiz hafta buna pek uymadım, geliş gidiş saatlerim hep farklıydı. evde yatış saatlerim düzensiz, beni yoracak bu sanırım, uykusuzluk.

yol problemim yok, beş dakikada işimdeyim arabayla. oysa okulum 25 km. uzaklıktaydı. vakıf yönetimi okul içinde. ilk öğretim okulu, bir de başka bir yerde anaokulu kreş var vakfa bağlı. lise binasının yapımı sürüyor. çocuk sesleri cıvıl cıvıl, bu da değişik geldi büyük öğrencilerden sonra.

öğretmenlerin yükü gerçekten ağır bu okulda. vakıf özel okulu olduğu için onlardan çok şey bekleniyor. çoğu emekli öğretmenler, buyüzden fazla hayıflanmamak gerekir.

kısaca işimde ısınma turlarındayım. alışırım bu düzene de... öğretmenlik günlerimde okula ders saatlerinde gittiğimden, haftada birgün boş olmasından kaynaklı bir rahatlığım vardı benim. burada tüm gün bulunmak gerekli, her an bir problemle karşılaşılabilir çünkü.

çarşamba sabahı izmir-istanbul-petersburg uçak yolculuğu. dört gün sonra da trenle moskova ya gidiş. şimdiye kadar sırasıyla sehahat amaçlı, ingiltere, fransa, italya, hollanda, saraybosna, ispanya defalarca da yunanistan a gittim. kısaca hep batı ülkeleri.. ilk kez asya ya seyahat edeceğimden heyecanlıyım. demirperde ülkesi diye ilkokul öğretmenimiz anlatırdı ben de gerçekten demirden bir perde olduğunu hayal ederdim çocuk aklımla.. merak ettiğim bir ülke. internetten hava durumuna bakıyorum soğuk, bu nedenle kışlıkları döktüm hafta sonu. tanımlı giyecekler almalıyım, çok eşya götürmek istemiyorum, sadece eşimin taşıyacağı bir bavul hazırlamalıyım. bu gezinin iyi geçeceğini umuyorum. çok yazdım yine. sevgiyle kalın...

Salı, Eylül 12, 2006

geldimmm

epeydir ayrı kaldım sizlerden. sanal dünyadaki arkadaşları da özlüyormuş insan.

ilk durağımız marmaris içmeler di. bulunan otelin yapımı henüz bitmemiş, bazı bölümler soğutulmuyor bile. bu yüzden geçen yıl kaldığımız herşey dahil otele yerleştik. aynı akşam bir cafe barda otururken bi koşuşturma, fısıldaşma ve tedirginlik hissettik, öğrendik ki dört ayrı noktaya bomba konmuş marmaris te. ertesi gün yarı yarıya azaldı kalabalık. iptaller olmuş, anlaşılan emellerine ulaşmış bu saldırıyı yapanlar. tatilde tek bir yerde takılıp kalmayız, bir gün datça ya gittik balık yemeğe. ertesi gün bir dostun teknesiyle koylarda gezindik, bencik koyunda demirledik. nerelerden bulmuşlar da o yerleri, villaları kondurmuşlar insanlar. bahsettiğim teknesi olan eşimin arkadaşının evinin bulunduğu yer. marko polo ya yakın bir koyda, özal döneminde, imara kapalı olduğu halde bir günde açılan ve günün sonunda kapatılan imar durumu, kimbilir kimlerin cebini şişirdi. hay allahım yaa!

bir hafta içmeler dinlencesinden sonra karacasöğüt e çökertme den zodyakla gelen başka bir arkadaşımız gökova körfezinin koyların gezdirdi bize. akbük te mola verdik, diğer koylara girdik çıktık. herhalde denizcinin kuralı diye düşünüyorum, bir koyda demirleyen bir yat veya tekne varsa asla demirlemiyorlar, amaç rahatsızlık vermemek. ama bu arada bizim medyanın gülleri nasıl frikik veriyorlar o koylarda bilmem. sanırım danışıklı döğüş.
nasıl süratli gezdik o koyları arkadaşlar anlatamam, deniz de çalkantılıydı, bazen bizi aşıyordu dalgalar. gece ören de otelde kaldık. arabamız karacasöğütten kara yoluyla çökertmeye gelmişti. bir sonraki gün bodrum göltürkbükü ne doğru yola koyulduk sahilden. bahsetmişlerdi en son yanan ormanlardan geçeceğimizi. içler acısıydı, doğa ancak bu kadar zavallı görünürdü. heryer gri ve siyah. toprak diye birşey yok, kül yerler. o kadar büyük bir alanı kaplamış ki yangın kilometrelerce gittik devam ediyordu enkaz. o görüntüyü ifade edecek sözcük, cümle bulamıyorum. kasti yapıldıysa bunun hesabını nasıl verirler vicdanlarda bilemem.

göltürkbükü nde otelimize yerleştik. otel de denmez ya oraya, oniki taş evden oluşan, evlerin arası epeyce aralı, doğanın içinde zeytin ve çeşitli meyve ağaçlarının arasında, tamamen akdeniz mutfağı hakim, evlerin içi her türlü konfora sahip değişik bir yerdi. ilk gün evimizi bulmakta zorlandık çünkü kapı veya duvarda numara yoktu, oysa anahtarlıkta var... sonradan olayı çözdük tam bulmaca gibi evlerin içinde tavanda kubbe var, kubbenin içinde her evde değişik bir figür resmedilmiş, örneğin bizim evde güçlü bir boğa resmi vardı, kapı girişinin yan duvarında içerdeki boğanan yarısı ve daha küçük ebatlarda yapılmış, eşleştirip buluyorsun. eğer dikkat etmediysen epeyce gezinir insan numara bulmak için. herşey eksantrik bir şekilde düşünülmüş. örneğin kahvaltının saati yok, yemeklerin de öyle. ev mutfağı gibi lezzetli sadece size özel yapılıyor taze taze. çünkü herkesin isteği farklı olabiliyor. evlerin çoğu dolu ama kimse kimseyle karşılaşmıyor. saat mefhumu olmadığı için kalkış, yatış, yemek saatleri farklı herkesin. tam keyfi, tam da benlik.. siz yatarken veya odadayken temizlik için rahatsız etmiyorlar, sanki sizi gözlüyor odadan ayrıldığınız anda hemen odanız temizleniyor. ben çok sinir olurum odadayken veya uyurken temizlik için gelenlere..
bu kadar hayattan yalıtılmışlık da sıkıyor insanı, orada kaldığımız her gece kalabalıklara gittik. bodrum barlar sokağına, kafe barlara, gümüşlük e balık yemeğe ve gün batımını izlemeğe, turgutreis e de öyle.. yalıkavağa..
kulak problemim var denize havuza girmem, güneşte danalar gibi yatıp güneşlenemem. ama yaşadığım çevreden uzaklaşmak, bu kadar doping yapar insana. sorumluluk duygusundan uzaklaşmak, boş boş zaman geçirmek, ev işlerinden uzak, bol kitap okumak, okurken içinin geçmesi, tekrar uyanmak ve kaldığın yerden devam etmek..her yıl bu zamanlarda çıkarız tatile, ya sınavlar olur, ya senebaşı kurul toplantısı hadi onları geçirdin zümre toplantıları veya aniden çıkıveren toplantılar. boşluk ayarlayıp gitmişsindir bir telefon, sürpriz bir sınav veya bişii,, müdürüne telefon et, durumu anlat vs vs. rapor veya resmi izin işlerinden de hiç hoşlanmam. ama bu yıl pek rahattım, meğer ne güzelmiş biryerlere bağımlı olmadan yaşamak.
cuma gecesi döndük, daha doğrusu gerçeğe döndük..

26 eylül de eşimle petersburg ve moskova seyahatine gidiyoruz bir hafta. iki şehir arasını iki kişilik yataklı vagonda yaparak. merak ettiğim ülkelerden biriydi rusya. hele petersburg u çok methediyorlardı mutlaka görülmeli diyordu gezen arkadaşlar. umarım iyi bir seyahat olur. hava orada çok soğukmuş, bana erkenden kışlıkları çıkarmak düşüyor. benim daha çook işim var çook..
çok geziyorsun demeyin arkadaşlar emekliliğin keyfi bunlar.. sevgiyle kalın...

Pazar, Ağustos 27, 2006

tatil

15 gün yokum arkadaşlar. güney egeye tatile gidiyoruz. görüşmek dileği ile...

Pazartesi, Ağustos 21, 2006

yalnızlar kraliçesinin yalnızlığı

ev bomboş kalıverdi. kardeşim yeğenim annem babam gittiler. bütün odalar tıs pıs. kardeşimle yaklaşık bir aydır birlikteydik, ne güzel zaman geçirdik. son beş gün de annem babam dahil oldular bize. çook mutluyduk çoook. sizi özleyeceğim nes ve barbi. çok uzak olmasanız da çok sık görüşme olanağımız olmuyor o da çalışıyor kızının okulu eşinin işi vs.

ben böyle durumlarda uyumaya bırakırım kendimi. evi toparlayayım yatmamalıyım diye dirensem de olmadı. yarım saatçik uyumuşum eşimin telefonuna kalktım kendimi daha iyi hissediyordum. iki gün önceki evlenme yıldönümümüz için yemeğe çıkalım dedi, apar topar hazırlandım ve gittik. güzel bir yemekti. biz geleceğe dair en önemli konuşmalarımızı hep bu tür yemeklerde yaparız. konuştuk uzun uzun. herşey güzeldi imbat da vardı ama gecenin sonuna doğru sıcak sıcak epeyce esti kalktık geldik evimize.

şimdi daha iyiyim. evin yalnızlığına alışıyor gibiyim.

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

kutlama

onsekiz ağostos evlilik yıldönümümüz. eşim yurt dışında. gündüz birkaç kez görüştük aklımdan uçmuş gitmiş, o da burda olmayınca... bir tanıdığın düğünü vardı oraya gittim yeğenimle. dönünce de biraz dolaşmaya çıktık kardeşlerimle. biryerlerde otururken birden şimşek çaktı beynimde, biraz da eşime unuttu diye hayıflanırken kutlama mesajı yazdım hemen aradı konuştuk, kutlulaştık. eve döndüğümde gece oniki de verilmek üzere çiçekler sipariş edilmiş, tam da ayrılmak üzereymiş araba, karşılaştık getirenlerle. annem almış çiçekleri.

biz yirmialtı yıl önce evlendik 1980 de. üniversiteden arkadaştık sonraları gönüldaş, okul bitince re hemen evlendik. geriye dönüp baktığım zaman bazen çok kısa bir zaman dilimi gibi geliyor bazen de çok uzun. bu herhalde o andaki ruh durumuyla da ilgili. gene de herşeye rağmen bana çok güzel yıllar yaşattığın için, beni sevdiğin ve anladığın için bu gün bile böyle orjinallikler yapıp beni şaşırttığın için çok teşekkür ederim. seni seviyorum canım benim.

hadi dön artık seni çok özledim.

Perşembe, Ağustos 10, 2006

ordan burdan şurdan

yönetmelik gereği zamansız emeklilik dilekçem ilden geri döndü, c.filozof(koca) devreye girdi biryerlere telefon etti benim olmaz denen dilekçe işleme girdi. apar topar evraklar hazırlandı ile gönderildi oradan da kargo ile em. sandığına. milli eğt devreden çıktığı için yine telefon edildi ve bir haftada bana bir yazı geldi em. sandığından. şu kadar emekli aylığınız şu kadar emekli ikramiyeniz .... bankasına ... şubesine on line gönderilmiştir diye. yazı dün elime geçmişti bu gün bankaya gittiğimde bürokrasi paranın, hem de on line yatırılan paranın önüne geçmişti ve yok denildi... neyse bugün olmazsa yarın alınacak hakettiğim.
işte böyle arkadaşlar olmayacak diye başladığımız iş sonuçlandı hem de jet hızıyla. bu süreçte kimseye birşey demiyorum ama ben de bir telaş hemen aylık bağlanmazsa, taksitlerimi ödeyemezsem, kredi kartları da var tabii. en sonunda c. filozoftan alır sonra öderim diye düşünürken .....
bu durumu kardeşime açtığımda abla sen kendinin farkında değilsin, boşuna üzülmüşsün diyor. benim elde ettiğim şeyler hep zor olmuştur sonunda olur ama oluncaya değin epeyce kuruntu yaparım kendime, yapım gereği herhalde.
şimdi 26 ağt. gibi tatil var planlarımızda. c. filozof 16 sında estonya ya gidiyor birkaç gün.
ekim gibi de yeni işime başlayacağım, genel kurulda karar alınacak ve ben resmen başlayacağım. içimi dökmem gerekirse bilgili, donanımlı olduğum halde utangaç yapımdan dolayı topluluklara karşı pek konuşamam ben. birkaç denemeyle bunu da aşacağıma inanıyorum, daha genç yaşlarımda daha fazlaydı biraz kırıldı ama daha var, artık kaç fırın ekmek yemem gerekecek bilmem.
kız kardeşim, eşi ve yeğenim var burada. onlarla günler pek eğlenceli ve hareketli geçiyor. birlikte yemekler, kahvaltılar gırla gidiyor. bir de diyete başladım ne kadar gerçekleşeceği meçhul. ağzıma göre buldum mu kaptırıveriyorum kendimi. c. filozof sabah erkenden fırından börek simit poğaça almış, hiç listede yokken hatırı kalmasın dedim ve biraz yedim.
yarın akşak yılmaz erdoğan-demet akbağ ın haybeden gerçek üstü aşk isimli oyununa gideceğiz anfi tiyatroda. adam bu gece evlenmiş yarın nasıl gelir oyuna diye düşünüyordum meğer çeşme de evlenmişler bize 3 saatlik mesafe, yetişirler. cuma akşamı candan erçetin in konserine de davetliyiz. yeğenim bayılıyor ona, son üç yıldır gelir buraya yaz konserlerine hiç denk gelememişlerdi, artık ona önlerden izleteceğiz.

önceki gün hiç niyette yokken benden yaşça büyük bir bağyanı kibarca benzettim. insanlar sadece konu bulmak, konuşmak amaçlı senin durumunu, gururunu, ruh halini düşünmeden konuşurlarsa olacağı buydu. o anda dünyayı gözüm görmedi haddini bilmek zorunda kaldı, iyi akşamlar diyemeden gitti, bana doğru bile bakamadan. ona iyi bir ders oldu, tansiyonu kaça fırladı kimbilir. hani insanın koptuğu, gözünün hiçbirşeyi görmediği anlar vardır ya, işte öylesi...
c.filozof naaptın kadını diye bana bakıyor şaşırarak, ben de böyle böyle o bunu çoktan haketti sabırlı davrandım hala üzerime geldi sadece seninle konuşmak amaçlı dedim, hak verdi.

çookk yazdım çok. kaç zamandır yazmadığımın acısını çıkardım. sevgiyle kalın sevgili okurlar...

Perşembe, Temmuz 20, 2006

oldu

adamını bularak işe girme görünen birşey de arkadaşlar. siz hiç torpille emekliye ayrılan duydunuz mu? evet oluyor, o da ben.... yasal emeklilik başvuru süresinin mayıs ayında olduğunu biliyordum ve o tarıhlerde pek de düşünmüyordum. sonraki zamanlarda gelen giden müdürler, çalışma alanımızın karışması, herkesin taraf olma tutumları emekliliği düşünmeme neden oldu. bakanın bir tv konuşmasında da temmuz sonuna kadar emekliliğe ayrılanacağını düşünmüştüm ama yalnış yorumlamışım, yasal süresinde başvurulan dilekçeler sonucu temmuz sonunda ilişik kesileceği yolundaymış demeç. eeee kendimi hazırlamışım, geçenlerde yaptığım başvuruya olumsuz yanıt geldi olamayacağına dair, zamanın geçtiğini söylüyordu yetkililer. üzüldüm, meğer kendimi iyi hazırlamışım bu sürece. neyse, konuyu uzatmayayım koca devreye girdi ve oldu. biraz önce aldığım habere göre onaylanmış isteğim. olamayacak şey yok ülkede arkadaşlar. hakkımda hayırlısı olsun...

nedir bunun adı

kadın 70 yaşlarında. adam ise 80 lerini sürüyor. kaç yıldır birlikteler bilinmiyor ama birbirlerine karşı tavırları öylesine nazik ve sevecen ki...sık sık birbirlerine sarılıp okşuyorlar. dünya umurlarında değil, ağızlarından seyrek çıkan sözlerde hep bir özen ve şefkat.
bakışlarında sıcaklık... bakışları............. aralarında gören yalnızca bir çift göz var, adamındakiler. ve kadının elinde baston, görmeyenlerinkullandığı cinsten. ama kadının asıl dayanağı eşi. yaşlı adam bütün yolları, kapıları ve merdivenleri geçerken iki kişilik dikkat ve çaba sarfediyor, bir an bile yalnız bırakmıyor kadını.
ve bu yaşlı çift, binlerce km uzaktan gelmiş rusya ya. gezmeye görmeye... adamın yaşlı gözleri, gördüğü her yeri eşine aktarmaya çalışan sözleri, sonra birlikte susarak dinlenmeleri... öylesine uyumlu, öylesine sevgi dolu bir çift ki bu....
turistlerin rehberliğini yapan genç kız, haritada moskova yı, samara yı, volgograd ı gösteriyor. yaşlı adam, eşinin eliniharitaya koyuyor ve hareket ettiriyor" bak burası moskova, burası samara...
rehberin gözlerinden iki damla yaş süzülüyor. acaba yaşlı çift için mi ağlıyor? yoksa kendi hayatında böyle bir sevginin olmadığına ve büyük bir ihtimalle olmayacağına mı?

sabahleyin bir tanıdığın babasının durumunu öğrenince bu olayı yazmak geldi içimden. adı geçen baba zamanında zengin, her istediğini elde eden, aşırı, uçarı bir adam. eşi dayanamıyor ve orta yaşlarının sonlarına doğru ayrılıyorlar. şatafatlı ve uçarı hayatına devam ediyor baba bir müddet daha. yaşına rağmen çeşitli gönüllere girip çıkıyor ve yaş geçtikçe de kadınlar tarafından teker teker terkediliyor. o artık yaşlı bir adam ve de yalnız. kalp ameliyatı oluyor oğlu ve gelini tarafından yarım yamalak bakılıyor. şimdilerde ise beyin damarları tıkandığı için unutkan, dediğini diyen, yakın geçmişi hatırlamayan, en önemlisi de sadece erkek bakıcısıyla birlikte yaşamak zorunda kalan yalnız biri...
hep şunu düşünürüm, eşler bilhassa erkekler yaşlılık günlerine ufacık da olsa sevgi kırıntıları bırakmalı, bırakabilmeli yalnız yaşamak istemiyorlarsa. eşiyle huzurlu bir yaşlılık geçirmek istiyorsa taaa gençlik yıllarından yatırım yapmalı bu günlere. şimdi kadın kızının yanında, üstelik kızıbabayı görmek istemiyor, torunlarına da hasret.......

Pazartesi, Haziran 19, 2006

eşime

bugün senin babalar gününü, dün benim anneler gününü kutlayan bir evladımız yok. evliliğimizin ikinci yılında doğan oğlumuz yaşamadı. daha sonraki bebeklerimizi de erken kaybettik. oysa çocukları ne çok severdin, hala da öyle... ne kadar özgüvenli ve komplekssiz bir insansın ki bir gün bile bunu hissettirmedin. ailene karşı önümde kalkan oldun, hiç konusunu ettirmedin, üzüldüğümü düşünerek beni memleketine bile götürmedin. oysa ben durumu kabulleninceye değin kendimle çok mücadele ettim, senin safiyane arkadaşlarının çocuklarını sevmen bile bana dokundu...

durumumu son yıllarda ancak kabul etmişken sen benimüzerime titredin.yüzde beşlik guruba giren, nedeni belli olmayanbizim durumumuz için ne çok doktorlara gittik ne çok paralar harcadık.

en sonunda pes ettik, TANRI böyle istiyor dedin. oysa ikimizden bir çocuğumuzun olmasını ne çok istedim. demek kaderin önüne geçilemiyor bazı durumlarda.

bizim evimizde hiç bu konu sorun olmadı, sen beni hep teselli ettin...sana teşekkür ederim, hiç beni bu konuda üzmediğin için... sana minnet doluyum....

fıkra gibi

cep telefonları yeni yeni yaygınlaşırken kız kardeşim babama hediye almış, bize gezmeye gelmişlerdi. ailemin oturduğu kasaba ile bizimkisi 120 km gibi. babam cebine yeni yeni alışıyor, yıllar geçti hala çok iyi kavrayamadı ama, bize telefonunu gösterdi gururla. baktı ki telefonun üzerinde bizim şehrin ismi yazıyor, şaşırdı..... anneme, uleeeee ha... bizim burda olduğumuzu nerden biliyo bu telefon. ne çok gülmüştük. sen çok yaşa babacığım....

babama

sana ait, düne dair hiç kötü birşey hatırlamıyorum babacığım. senin mertliğin, dürüstlüğün, insan ayırmaman, herkese eşit mesafede yaklaşan özelliğin hele hele en önemlisi çalışkanlığın biz çocuklarına da bulaşmıştır umarım.

bizleri çok severdin, ablamla çoçukken saçlarını tarar, tokalar takardık, duruverirdin. saklambaç oynardık senin saklanma yerin karyolanın altıydı. her seferinde seni orada bulabileceğimizi bilsek de seni arar. oyunu uzatırdık. biraz büyüdük, gösterişli olmaya başladık, bizi herkesten sakındın. iyiki de öyle yapmışsın şimdi doğruyu eğriyi çok iyi ayırt edebiliyoruz babacığım. o günlerde kızardık belki herkes gibi niye gezemiyoruz diye ama.......

sen okumamıştın, annemle en büyük hayaliniz bizleri okutmaktı, başardınız da... bizleri herkesten sakınan sen, taşradan başkente üniversiteye gönderdin, hiç düşünmedin maddi anlamda yetebilir miyim diye...belki klasik bir söz ama ceketimi satarım... tam da sana göre söylenmiş herhalde. çok çalıştın, çabaladın, tabi annem de birlikte. biz de senin yüzünü kara çıkarmadık babacığım. şimdi 78 yaşındasın, sağlıklısın, artık ekonomik problemlerin yok babacığım çünkü biz senin hep arkandayız. sana ve anneme sağlıklı mutlu nice güzel günler dilemekten başka ne yapabilirim ki canım babacığım. sizi çok SEVİYORUM...

Pazar, Haziran 18, 2006

önemli kararlar eşiğinde

emekliliği hak edeli üç yıl geçti. bu yıl da sürdürmek istiyordum öğretmenliğimi. ama okulun hiç tadı tuzu kalmadı, müdürün biri gidiyor biri geliyor, her birinin yandaşları var. birbirlerinin açıklarını arıyorlar. kısaca çalışma zevkim kalmadı.

geçenlerde eşiminde başkanı olduğu eğitim vakfının ikinci başkanı çalışmamı teklif etti, yapabileceğimi düşündüm, eşimle konuştuk her boyutuyla ve ben emekli olmaya karar verdim. şimdi eğitimin başka bir alanında yönetim kurulunda çalışacağım. umarım yararlı ve başarılı olurum. çalışma koşulları daha farklı, mesaiye bağlı olmadan karar verme mekanizmalarında olmak benim için çok farklı birşey. enazından emekliye ayrıldığımı anlamayacağım zamanımı dolu dolu geçireceğimi düşünüyorum. hakkımda hayırlı olsun...

Perşembe, Haziran 01, 2006

resimleri yayımlamayı öğrendim arkadaşlar. diğer çiçeklerimi de başka zamanlarda yayımlayacağım. teknoloji özürlü biri olarak bunu başardım. afferim bana. sevgiyle kalın...

















Çarşamba, Mayıs 31, 2006

evimdeki çiçekler




ceyar

oturduğumuz eve on kilometre kadar uzakta ormanlık dağın eteklerinde beş dönüm kadar başta zeytin ağaçları, aklınıza gelen her türlü meyve ağacının olduğu bir bahçemiz var. altı yıl kadar önce aldı eşim onu çok isteyerek. epey emek sarfetti güzel bir yer yaptı. tek amacı da ekolojik tarım yapmak, sebzeyi ve meyveyi doğal yollarla yemekti. çeşitli kuşlar, kümes hayvanlarımız da mevcut. köpekler de en büyük dostu onun. iki yıl kadar önce aylarca bir odanın içinde hapsedilmiş, kıpkırmızı gözlü yüzü hafiften çarpık bir köpek getirdiler çevre ilçelerden birinden. kafasını kafes içerisine koyarak getirdiler hayvanı,yanından bile geçmek mümkün değil hırlıyor. zaten yüzüne bakamıyor insan kısacası vahşi birşey. çalışanlardan biri ona ceyar adını taktı, öyle de kaldı. geçenlerde bizim ceyar da bir tuhaflık var, havlamıyor, hırlamıyor huzursuz biryerleri ağrıyor besbelli. ilk kez kardeşim ve yeğenimle fark ettik hatta hayvanla hafiften dalga da geçtik dışkısını yapamıyor sandık. gece daha çok rahatsızlandı, veteriner geldi, karnında bir ur olduğunu öleceğini söyledi. o kadar üzüldük ki....saatler geçtikçe ağırlaştı bacaklarını tamamen yayarak yatıyor yanlara doğru sanki içinin ateşini toprağa vermek istiyor. veteriner iğne ilaç yaptı faydası yok. başka çareler düşünüldü ve bursa da hayvan hastanesine götürüldü. sorun idrar yollarındaymış iltahaplanmış kana karışmış, hayvana sıtması tutuyor. onu uyutarak ameliyat etmişler ve geri getirdiler. bizim ceyarın yaşı zaten yetmişi geçikmiş ama ölmesini hele göz göre göre acı çekmesini kim ister ki. hergün gelişmeleri takip ediyoruz hayvan toparlandı bir hafta sonra eski haline döndü. gene kırmızı kırmızı bakıyor, havlıyor hırlıyor ama tek fark eşime o kadar minnetkar bakıyor ki. ona ilave bir özellik kazandırdık. sen çok yaşa ceyar...

Salı, Mayıs 30, 2006

kadın isterse

eşim 10 gün önce yurt içi yolculuğa çıktı. doğudan başlayarak birkaç il dolaşıp gelecekti. o seyehate çıkarken ben de yakın akrabamızın kızının nikahındaydım. bir gece annemde kalarak ve de nikah töreninden sonra eve geldim. o gün ev pek bi boş geldi, kendimi havada asılı yapayalnız hissettim. ertesi günde öyle, diğer günler de... zaman geçtikçe sık sık ansam da yalnızlık kayboldu, alışmaya başladım . bu arada o yokken ev badana olacaktı ve de dip bucak temizlik. hepsi oldu işler bitti. üç gündür temiz temiz oturuyorum. yalnızlık hissi yerini özleme bıraktı. şu anda yolda geliyor ve ben onu sabırsızlıkla bekliyorum.

bir ay kadar önce mobilyaları değiştireceğimden bahsetmiştim ona, kabul etmedi yeniymiş, daha üzerinde kaç kişi oturmuşmuş gibi şeyler söyledi. halbuki alınalı 15 yılı geçiyor sadece 7 yıl önce yüzlerini değiştirdim. tamam eşyayı temiz kullanıyoruz eskimedi ama ben sıkıldım artık değiştirmek lazım, aklıma koydum bir kere...onun yokluğunda nikahtan dönerken yol üstünde yeni açılan bir mobilya mağazasına uğrayıp, bir tane de beğenip bağlantı sağladım. geçtiğimiz cuma günü gelecek yeniler, bu arada eskileri göndermek gerek. onları da şöförümüz vasıtasıyla tarladaki bekçi evine gönderdim. şöför eşyaları taşırken olacak ya eşim onu aramış, hasta olan köpekle ilgili ilaç götürmesini söylemiş. şöför tamam şimdi çıkıyorum oraya hocam koltukları gönderdi demiş. hemen zıırrrrrr telefon, bana gülerek hayırlı olsun diyor. alah allah dedim ne çabuk öğrendi daha koltuklar yerine gitmedi. adama güyaa sürpriz yapacaktık, tutmadı. bakalım beğenecek mi...
bu günlük yeter. ben şimdi onu bekliyorum sabırsızlıkla......

Cumartesi, Mayıs 27, 2006

ŞERİAT

geçtiğimiz çarşamba günkü cumhuriyet gazetesinin söz okurun köşesinde deniz hazır adlı bir okur aşağıdaki anektodu yazmış.

türkiye nin 90 lı yılların başnda en üst gelir grubundan 15 -20 kişilik sanayici ve işadamı eşleri mısır a turistik bir gezi yapıyorlar. onları mısırlı arkeoloji profösörü bir kadın dolaştırıyor. bizim gruba "siz bizim 15 yıl önce yaşadığımız süreçten geçiyorsunuz.şeriat bir kaplumbağa gibidir. çok yavaş ve sinsi yürür, tehlikeyi görünce siner, olduğu yerde kalıp başını ve bacaklarını bağasına çekerek tehlikenin geçmesini bekler. sonra tehlikenin geçtiğini duyumsadığı anda tekrar gideceği yöne doğru yürümeye başlar. hiçbir zaman geri adım atmaz.(kaplumbağalar geri yürüyemeyen canlılardandır)

birgün uyandığınızda, şeriatın bir ahtapota dönüştüğünü ve kolları iletüm organlarınızı sardığını görürsünüz. ağzınızın, burnunuzun, gözlerinizin, kollarınızın, bacaklarınızın sımsıkı sarılmış olduğunu ve devinemediğinizi görürsünüz ve yapacak birşey olmadığını anlarsınız. konuşamaz, yürüyemez, birşey yapamaz, göremez, hatta soluk alamazsınız" demiş...
HALA TEHLİKENİN FARKINDA DEĞİLMİSİNİZ?

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

yürüyüş

bulunduğum yerde duyarlı insanlar çok. küçük bir yerleşim birimi olmasına rağmen (yazlar hariç) demokrasi platformunun düzenlediği bir yürüyüş vardı bugün. son olayları kınamak amaçlı olan bu yürüyüşe sayısı bini bulan bir kalabalığa ben de katıldım. önceden belirlenen sloganlarla üçbuçuk kilometreyi bulan yürüyüşte rejimimizi değiştirmek isteyenleri kınadık, haykırarak öfkemizi dile getirdik ve cumhuriyetimizi sahiplendik. havanın çok sıcak olmasına rağmen yaşlısı genci yürüyorlardı olayları lanetlemek için. elbette ülkemde her yer burası gibi değil, aldanmamak lazım. ama sağduyu sahibi insanların cumhuriyetimize sahip çıkmalarıyla bütün engellerin aşılacağına güvencim tam. yürüyüşün sonunda konuşmalar yapıldı, böylesine güzel bir olaya destek vermenin mutluluğu ile dağınıldı. bu tür olayların yurdun her yerinde yapılmasını diliyorum.

sevgili biyonik, böyle bir olayı başlattığın için seni tebrik ediyorum ve sonuna kadar destekliyorum.

Salı, Mayıs 23, 2006

kurallar silsilesi

şunu da yazmadan geçemeyeceğim. bu kadar türban kavgasına giren bu kişiler, kadınların şahitliğinin geçerli olamayacağını (dinen iki kadın bir şahit yapıyor mahkemelerde) , kadınların erkeklere verilen miras hakkının yarısının verilmesi gerektiğini vb. gibi konuları neden işlemiyorlar türbanda olduğu gibi. madem dini gereklerini yerine getireceksiniz yazdıklarımı neden uygulamıyorsunuz veya bu konuda bastırmıyorsunuz.

bir erkeğe dört kadın düşer söylemine göre halil ürün ün karısı neden dayak yiyor ve yargıya başvuruyor. dinin gereklerini yerine getirmiş adamcağız başka bir kadınla ilişkiye girerek. hani hanımlarınızı iz bırakmayacak şekilde dövebilirsiniz diyor ya dini söylemler, ürün sopayı fazla mı kaçırmış, iz mi bırakmış da kadın davacı olmuş...

kimi dini kurallarda yoğunlaşarak, kimilerini es geçerek olmaz bu iş din kardeşlerim. o işime yarıyor uygulayayım, bunu beğenmedim geçeyim olmazzzzz

BİYO SOBE

sevgili biyonik bloğunda çağrı yapmış, kendim beceremediğimden yeğenime bayrağı bloğuma taşıdım.
yoğun bir tartışma yaşanıyor, lütfen başörtüsüyle türbanı birbirine karıştırmayalım. annem de başı örtülü ve dindar biri. ama normal bir başörtüsü takar, diğerleri gibi ordan çevirerek burdan kıvırtarak şurdan iğneleyerek ucundan düğümleyerek içine de topuz gibi birşey koyarak değil. tarikatlerin, çeşitli siyasi görüşlerin farklı bir bağlayış şekli varmış.

ben de şunu anlayamadım gitti. dini inancına göre takıyorsun şunu ama neden janjanlı ve gösterişli veya yüzüne neden makyaj yapıyorsun hem de afillisinden. amacın kendini erkeklerden sakınmak korumak olduğunu düşünüyorsan bu şekilde daha çok dikkat çekiyorsun. arkadaşlar soruyorum size, bir bayanın saçı mı çok çekicidir yoksa gözler mi, dudaklar mı... gibi

seneler önce irtica tehdit olarak ortaya çıkınca cumhuriyet gazetesinde çevik bir le yapılan bir söyleşiyi hatırlıyorum. şöyle diyordu paşa, iran da rejim değişikliği yapıldıgı yıllarda doğu illerinden birinde subay olarak görev yapıyor. iran dan kaçan subaylar ülkemize sığınıyorlar ve çevik bir le sohbet ediyorlar günlerce nasıl bu hale geldik diye. kaçan subayların anlattığına göre herşey o kadar yavaştan yavaştan gelişti ki bu duruma nasıl gelindiğini anlamadık. şu anda bizim yaşadıklarımızı yıllar önce yazmıştı cumhuriyet gazetesi. herşeyi demokrasi adına, özgürlük adına istemişler, birşey olmaz, bundan bir tehlike çıkmaz diyi diye bir sabah uyanmışlar ki herşey alt üst olmuş. o kadınlar yıllar önce kaybettikleri haklarını bir daha geri alamadılar. zaman zaman esneklik kazanarak ama bugün katı bir şekilde şeriat kuralları uygulanıyor. kısaca arkadaşlar iran da kaybettiği değerlerini özgürlük adına, inanç adına, demokrasi adına yaptı.

başbakanın, bakanların, meclis başkanının sıkmabaşlı eşlerini heryerde görüntülenmelerini sağlamaları boşuna değil, gözü alıştırıyorlar.

bir de şunu anlamıyorum, neden hep siyasi baskılar kadın üzerinde yoğunlaşıyor. amaç belli, sorgulamayan irdelemeyen düşünmeyen beyinler yapmak ve onların büyüteceği çocukları da kendilerine benzetmek. hiç erkekler fes giyeceğiz, kravat takmayacağız, şalvar giyeceğiz diye tutturmuyorlar, bütün oyunlar kadın üzerinde yoğunlaşıyor.

yıllar önce çeşitli seminerlerdetanıdığım, iyi de arkadaş olduğum bir türbanlı bayan öğretmenle son okullararası yarışmada gene karşılaştık. görüşmelerimiz ortalama iki yılda bir gibi oldu. o nedenle tanıyamadım, bana sevgi dolu gözlerle bakıyordu ama ben hiç hatırlamıyordum. çünkü başı açıktı ve gayet de bakımlıydı. ne iş dedim arkadaşa hani çok da hoş bir baydı karşımda duran. meğer peruk varmış kafasında ben anlamadım. be kadın, gerçeği gibi takmışsın onu kafana hiç mi günühü girmiyorsun. çünkü gerçek saçı gibi.

bugünlük bu kadaryetsin, hoşçakalın...

Pazartesi, Mayıs 22, 2006


Ilımlı islam modelini ülkeye oturtmak adına, danıştaya yapılan bu saldırıya zemin hazırlayan ve gerçekleştirenleri nefretle lanetliyor ve kınıyorum. laik demokratik türkiyenin değerlerini değiştiremeyeceksiniz. şu anda bunu birtakım kurumlarda yapsanız bile art niyetli düşünceleriniz içinde boğulacak ve tarih önünde hesap vereceksiniz. yaşasın demokratik ve laik TÜRKİYE CUMHURİYETİ

Cuma, Mayıs 19, 2006

ılımlı islam modelini ülkeye oturtmak adına, danıştaya yapılan bu saldırıya zemin hazırlayan ve gerçekleştirenleri nefretle lanetliyor ve kınıyorum. laik demokratik türkiyenin değerlerini değiştiremeyeceksiniz. şu anda bunu birtakım kurumlarda yapsanız bile art niyetli düşünceleriniz içinde boğulacak ve tarih önünde hesap vereceksiniz. yaşasın demokratik ve laik TÜRKİYE CUMHURİYETİ

Pazar, Mayıs 07, 2006

yine yollarda

bugün gece yarısından sonra istanbul a, oradan da gündüz 12 de bosna hersek e uçacağım. yine yollardayım kısaca. kendinize iyi bakın...

Cumartesi, Mayıs 06, 2006

koltukta ne var?

kısa aralıklarla bir tayin ve istifadan dolayı şimdiki okulumdan ayrılsam da 25 yıldır aynı okuldayım son iki yıldır emekliye ayrılan müdürle beraber. yani 23 yıldır aynı müdür. o emekliye ayrılınca md baş yrd. vekil müdür oldu. 6 ay öyle devam etti. sonra iktidar değişti, başka bir md yard. vekil md oldu. onunla görev yaparken gene bizim okulda görev yaparken sınavı kazanıp başka bir ilçede md olan bir arkadaş geldi okula md oldu bir kaç ay onunla çalıştık. bir önceki iktidar müdürümüz gene yukardan işini yaptırdı görev yapan da ücra bir yere tayin oldu öğr. olarak. mahkemeye verdi kazandı ve gene geldi koltuğuna oturdu, diğeri yıllık izne ayrıldı. bu gelgitler arasında hep okul girişindeki müdür panosu değişti, biri kaldırdı diğeri geldiği gibi yerine koydu. komik komik olaylar. öğrenciler dalga geçiyor. nedir bu koltuk sevdası anlamadım gitti. bakalım gidenin torpili ne kadar kuvvetli ve ne zaman geri dönecek. beklemekteyiz okul olarak, öğrenci ve öğretmen olarak. gelen hemen kaldığı yerden başlıyor hiçbirşey olmamış gibi.... anlattıklarım bilmece gibi oldu ama umarım anlamışsınızdır.

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

gitti

daha önce de bahsettiğim kuzenim bugün sabah dokuz otuz gibi bizleri, sevenlerini bırakıp gitti. kuş gibi uçtu gitti...ha varmış ha yokmuş. şu bir gerçek ki ölümden gayrısı yalan...

bir yıl önce, tam da bu tarihlerde hastalığı belli oldu. yılında da aldı götürdü onu bu illet hastalık. çok üzgünüm çokkk...

Cumartesi, Nisan 29, 2006

gezgin

gelldiimm arkadaşlar. madrid, valensiya, barsenola da geceleyerek, andora ve toledo gibi yerleri de günübirlik gezilerle bir haftalık seyehatimizi tamamladık. avrupa nın bu bölgesini gerçekten görmek istiyordum, bu anlamda iyi oldu. turda yakından tanıdığımız pek kimse yoktu, bu nedenle tüm proğramlı ve serbest zamanları eşimle dipdibe geçirdik. ona gümüş balayı oldu diyorum, çünkü biz yirmi altı yıllık evliyiz. onun işleri çok yoğun...kısacası ikimize de çok iyi geldi bu tatil. ama ülkemi, ailemi, arkadaşlarımı, öğrencilerimi çok özledim. şimdiye değin avrupanın pek çok ülkesine gezdim her seferinde şunu düşünürüm, bizim ülkemiz çok güzel. ülke nüfusumuzun kalabalık oluşu, gelirlerin hakça paylaşılamaması, eğitim seviyemizin iyi düzeyde olmaması bizi onlardan geri bırakmış, tabii ki her bölgemizin aynı gelişmişlik içinde olmayışı da bunlara etken. ülke hakkında rehberimizden çok değişik ve ilginç gelen şeyler öğrendik. örneğin, müslümanlar o bölgeye gelinceye değin tüm hastalıkların sudan geçtiğini düşündüklerinden hiç yıkanmadıklarını(ikinci elizabet ömründe iki kez yıkanmış) tuvalet bilmediklerini, hacetlerini gündüzleri sokaklara, geceleri de odalarda kaplara yapıp gündüz pencereden sokaklara savurduklarını, o yüzden de ilk topuklu ayakkabının yollardaki pisliklere basmamak için ispanyollar tarafından kullanıldığını, gene şemsiyenin pencerelerden savrulan pisliklerden korunmak için onların bulduğu birşey olduğunu, yıkanmadıklarından yüzlerinde çıkan yaraları kapatmak için bayanların balmumuyla yaralarını kapattıklarını, ama şömine başında balmumunun eriyip akmasını önlemek için yelpazenin ilk kez bayanlar tarafından kullanıldığını, iyi bir turizm aracı olan danslarının çingenelere maledilse de müslümanların ülke topraklarırı kaybedip dağlara kaçmaları sonucu kadınların ağıtlar yakarak dövünmeleri bu dansın ortaya çıktığı gibi ilginç gelen bilgiler edindik. gerçekten de dans gösterisini izledik bir gece madrid te. dansçılar (kadın erkek) sanki tiyatro oynuyorlar, müziğin ritmine göre ve söylenen sözlere göre yüz mimikleri ve vücutları adeta konuşuyor. dillerini bilmesek de hüzün acı aşk sevinç vs tüm duyguları danslarıyla yansıtıyorlar. değişik gelen şeylerden birisi de dört bine yakın arapça sözcüğün dillerine girmesi. k sözcüğünü arapçadaki gibi gırtlaktan çıkarttıklarını. bu nedenle de komik duruma düşmemek için bilseler de hiç ingilizce konuşmadıklarına şahit olduk. son gün barselona milan maçı vardı ama biletler 800 euro dan satılıyormuş. milan taraftarları bütün gün gövde gösterisi yaptılar şehirde ama gene de elenmekten kurtuladılar. bugünlük yeter. ilginç olayları sırası geldikçe anlatırım sonra...

Perşembe, Nisan 20, 2006

tatil

saat 6 da (sabah) izmirden madrid e uçacağız. iyi bir seyahat olmasını diliyorum. inşallah sağlıcakla döner geliriz. bir hafta yokum. hepiniz kendinize iyi bakın, sevgiyle kalın...

Çarşamba, Nisan 19, 2006

hayat ne acayipsin

haftasonu hasta olan kuzenimi görmeye gittim, istanbuldan ambulansla getirmişlerdi. bebekler gibi yatıyordu, bilinçsizce, yemeden, içmeden. bizleri tanımıyordu. sesin geldiği yöne bakıyor ama hiç tepki vermiyordu. daha geçen yıl hastalanmadan bizi evinde ne güzel ağırlamıştı. çok üzgünüm.

bu illet hastalığın son anları üç aşamaymış, o ikincisini yaşıyor. ama bugün aldığım son habere göre zaman zaman bilinci yerine geliyormuş, çay içmiş biraz yemek de yemiş. sevindim ama nereye kadar....

önceden planlanmış ispanya gezimiz vardı, perşembe günü eşimle birlikte gidiyoruz. benim bir yanım buruk, neylersin hayat acısıyla tatlısıyla geçip gidiyor. ...

Çarşamba, Nisan 12, 2006

ANIL a

hani bazı kokular vardır insanı geçmişlere götüren, hani bazı havalar vardır, buruk bir gülümsemeyle hatırlanan. bazı yemekler vardır, birdaha hiç yiyemezsiniz. üniversite yıllarında yurt yemekhanesinde imambayıldının içinden çıkan hamamböceği örneğin. artık sizin yemek kültürünüzde öyle yiyecek yoktur, silmişsinizdir aklınızdan.

lise ye başlayacağım yıl ilçemizde lise yoktu. bize çok da yakın olan ilde liseye başlamıştım. hafta içi amcamda kalıyor hafta sonu eve gidiyordum. yine bir hafta sonu okuldan eve geldiğimde, kasabaya gitme hazırlıkları yaparken birşeyler atıştırmak için mutfağa gittim. mevsim bahar. yengem kabak dolması yapmış ve buzdolabının üzerine saklamış. öyle üzülmüştüm ki, ilk gençlik yıllarımın verdiği duygularla. hiç evimde kabak dolması yapmam.

gene mevsimlerden bahar aylardan nisan. tam da bu vakitler. ilk bebeğimizi bekliyoruz, eşim marifetli illa evi badana yapacak. evimiz sobalı olduğundan sobayı çıkardı, badanayı yaptı ben pek yardımcı olamadım çünkü son zamanlarıydı hamileliğimin. nisan yağmurlarında hep hatırlarım çok üşümüştük. o yıllarda şimdiki gibi ısıtma araçları çok yok. tek tüpün üzerinde çaydanlıkta su kaynatıp ısınmaya çalışmıştık buharla.

o yıllardan bu yana kaç nisanlar geçti, nice yağmurlar yağdı. olmayan sadece mayısın altısında doğan ama doğum gecikmesinden ölen oğlumuzdu....

umutsuzca

kuzenim çok hasta. son bir yılda çıktı hastalığı ortaya.beynini örümcek gibi saran o illet gün be gün aramızdan çekiyor onu. artık morfinlerle ağrılarını dindirebiliyorlar. hastalığını hep yeneceğini söyledi ama olmadı, artık bilincini de kaybetmiş durumda.

bir anne düşünebiliyormusunuz ki çevresindeki yakınlarına ve evlatlarına hep iyileşeceğim diyor ama o da illetin farkında, içindeki hastalığın ilerlediğinin de bilincinde. bizlere çok soğuklarda ölmemeliyim, çocuklarım başka şehirlerde, gelmeleri zor olur... diyor. ölüm döşeğinde bile evlatlarını düşünen fedakar bir anne. yıllarca yurt dışında kalmış, didinmiş, uğraşmış ve evlatlarına doyamadan, tam da onların sefalarını sürecekken........

zor çok zor ... o daha genç. yaşayacağı güzel günler varken.....

böyle durumlarda herşeyin ne kadar boş olduğunu düşünüyor insan. çalış, didid, uğraş sonra da ........... kapıyı çalsın. sen hiç bu ağrıları çekmeye layık değilsin ablam.... iyileşmen dileğiyle diyeceğim ama bir mucize olur mu ki......

Cuma, Nisan 07, 2006

anlatmak

bazı televizyon dizilerini izliyorum. bunlardan birisi de hırsız-polis. erol günaydın ı kutluyorum. bir oyuncu bakış ve mimikleriyle ancak bu kadar oynayabilir. oyunculuğun kenarından bile geçmemiş, medyatik insanların oyuncuyum diyebilmelerine pesss doğrusu. bu kişileri hep düşünürüm. acaba yönetmenin akrabası mı diye.

Perşembe, Nisan 06, 2006

ebe sobe

sardunyam beni sobelemiş

en beğ. huyunuz-yardımseverliğim
en beğnm. huyunuz-ara sıra da olsa sinirlenmem
en beğ. yeriniz- cildim
en beğnm. yeriniz- kilolarım
çantada mutlak olmalı-anahtar, ehliyet, ruhsat
çantada asla bulunmaz- makyaj malzemesi
arabanızın markası-toyoto avensıs
hayalinizdeki araba-arabamdan memnunum
en sevdiğiniz yemek- başkası yaparsa köfte
hiç sevmediğiniz yemek- lahana
en sevdiğiniz hayvan- oğlak
en koktuğunuz hayvan-yılan, akrep
kullandığınız parfüm- baharatlılar hariç hepsi olabilir
kull. cilt bakım ürünleri- roc
hergün mutlaka yaparsınız-duş, cumhuriyet gazetesini okumadan uyumam
yapmayı ihmal edersiniz- spor
karanlıktan korkarmısınız- hayır
korkutmayı severmisiniz- hayır. kendime yapılmasını istemediğim şeyi başkalarına asla yapmam
giyim tarzınız- rahat spor giysiler
asla giymem- vücuda yapışan, beli açıkta bırakan giysiler
cep telefonum- samsung
bilgisayarım-toplama dedikleri
karşı cinste aradıklarım- dürüstlük
hoşlandığınız tip- eşiminki
en beğendiğiniz oyuncu-zuhal olcay, füsun demirel
benzetildiğiniz oyuncu-yok
film çevirmek istediğiniz ünlü- hiç düşünmedim. oyunculuk yapamayacağım şeylerden biri
tuttuğunuz takım-beşiktaş
hangi dalda sporcu olma isterdiniz- yüzme
en büyük hayaliniz- eşimle bütün dünyayı aceleye gelmeden sindire sindire dolaşmak
gerçekleştirdiğiniz hayaliniz- eğitimim ve istediğim mesleği yapmam
asla yapmam dediğiniz çılgınlık- araba yarışı
yapabilirim dediğiniz çılgınlık- aqua parkta çok yükseklerden kayabilirim
beni sobeleyen SARDUNYA
sobelediklerim- DERİN İZ, GENÇLİK BİTERKEN

Cumartesi, Nisan 01, 2006

kendimi anlatmak

ilginç bir karışım olan ben,sıkıcı olmadan ciddi, kuralcı olmadan ağırbaşlı, bir o kadar da sululuga ya da laubaliliğe kaçmadan espriden anlayan, eğlenceyi seven..........

sobeee

derin iz beni sobelemiş. nihayet ben de sobelendimmm...

erdal öz-gülünün solduğu akşam
dar ağacında üç fidan
şu çılgın türkler
maksim gorki-ana
ayşe kulin-tüm kitapları
ve durgun akardı don
dostoyevski-tüm eserleri
nazım hikmet-tüm eserleri
yaşar kemal-tüm eserleri
adalet ağaoğlu-bir düğün gecesi
ölmeye yatmak
hayır
inci aral-bütün kitapları

ben de gençlik biterken i sobeliyorum.

Salı, Mart 28, 2006

ben gençlik nedir bilirim, ama sen yaşlılık nedir bilmezsin demiş orson welles.


geçen günlerde oktay akbal köşe yazısında yazmış aşağıdaki satırları, ama o da bilmiyor şairini...

yalnızlık
ben darülacezede kalıyorum
bazen banklarda oturup, bazen ağlıyorum
benim de bir evim vardı
penceremde sardunyalarım
bir de tekir kedim
hatırlıyorum
evlatlarım F.,S.,H. ve şipşirin torunlarım
belki birisi ziyaretime gelir diye bekliyorum
ne gelen var, ne giden ... şaşırıyorum
ne olur bir kerecik gelin....sizlere sesleniyorum
ellerimi bağlayacağım titremeyecekler
söz veriyorum
yok, ne gelen var ne giden
ama göreceksiniz, birgün gelecekler
evlatlarım, torunlarım
bir mezar taşında bulacaklar beni belki de
ama söyleyin onlara ne olur
ağlamasınlar
kıyamıyorum

tüm yalnızlara selam olsun

Çarşamba, Mart 22, 2006

yollar

tayyibin duble yollarına dua ediyorum kaç gündür. yağmurlar yağdı ya yapılan duble yollar bir yılda hurdaya çıktı. delik deşik. nasıl yol yapıyor ihaleyi alanlar, hangi malzemeden çalıyorlar ve hakedişleri nasıl veriliyor anlamak mümkün değil. ne tekerlek kaldı ne öntakımlar. yazık yaaa
yamamıyorlar da. hele bazı bölümler öyle ki zikzak yapmak zorunda kalınıyor.

Salı, Mart 21, 2006

SENİNLE BÜTÜN ENGELLERİ TEK TEK AŞTIK

Cumartesi, Mart 18, 2006

manyetik alan

hiç size ait deyimler türetirmisiniz. benim vardır. örneğin, pamuk osman gibi atma derim veya birine kızdığımda manyetik alan. aslında manyak anlamında söylerim çekim alanını. tehlikeli durumlarda hop hop trafik var belki bilinen bir şeydir ama ilk gençlik yıllarımda komşumuz kapıyı çalmadan içeriye giriyordu babam da yatıyor divanda. komşu teyzeye söylemiştim, babamın adı trafik kalmıştı...

işte öyle birşey

bugün pek yoruldum. okulda çanakkale zaferiyle ilgili faaliyet vardı, orada görevliydim bir de üstüne üstlük 7 saat ders. okuldan gelirken ayaklarımın üzerine basamıyordum. evde temizlik vardı hiç girmek istemedim. doğru kardeşimin evine. bu arada şunu da belirtmeliyim ki kardeşimle aynı okulda öğretmeniz. onun dersi daha erken bittiğinden evdeydi. hafif bir kahvaltı yaptık. yeğenimden piyano resitali dinledik, akşam üzeri de gazete almak bahanesiyle sahilde dolaştık. hava o kadar güzeldi ki denizin yosun kokusunu içimize çekerek günün yorgunluğunu atmaya çalıştık. bir sahil kasabasında oturuyor olmamıza rağmen aylar var ki sahile inmemişiz, mendirekte dolaşmamışız. galiba içinde yaşarken hep erteliyoruz bu tür keyifleri. balıkçılar dönüyorlar, bizim gibi insanlar yürüyüş yapıyorlar. aslında en güzel günleri buranın. havalar biraz daha ısınmaya başladığında kalabalık yoğunlaşıyor, yazın dışarıya çıkmak istemiyoruz, heryer tıklım tıklım çünkü. işte böyle sevgili günlük yorucu bir günün ardından sıcacık çay içiyorum, örgümü örüyorum. iki gün tatilizzzz...

Perşembe, Mart 16, 2006

sobelenmemek gibi birşey

bloglarda herkes birbirini sobeliyo, beni sobeleyen yok ya. üzüldüm bak ben şimdi...

Cumartesi, Mart 11, 2006

şarkılar seni söyler

akşam üzeri işten dönerken sezen i dinliyordum. canın sıkıldıysa balkona çık, bağır avaz avaz diyor ya da şarkı söyle. aslında bağırmak iyi de komşuları naapacağız, kadın tırlatmış diyecekler. ama şarkı söylemek güzel gerçekten. sanırım herkese iyi gelir, tuttur bir makam, iyi söylüyormuyum diye hiç düşünme, iyi geldiği kesin...

Çarşamba, Mart 08, 2006

kutlama

bütün emekçi kadınların günü kutlu olsun...

ordan burdan şurdan

özellikle şehirlerarası yolculuklarda, özellikle geceleri, özellikle ışığı olan evler beni düşündürür. bu evlerde kimler yaşıyor, yaşları kaç, sayıları, hastalar mı, karıkoca küsler mi, mutlular mı? aslında her hane ayrı bir hikaye.

o kapıları çalsan, sorular sorsan, cevaplar alsan..... kimbilir nekadar çok yazı yazılırdı haklarında, ne romanlar çıkardı.


hoşuma giden bir kitap okuduğumda, yazan kişiyi düşünürüm. yaşama dair bilmediklerimi öğrendiğimde aaaaaaaaaa bu da böylemiymiş diyebililirken, yazarın düş dünyasını, yazdıklarının yüzde kaçının kendi yaşadıkları olduğunu merak ederim hep. birgün kendimi yazmak istiyorum, tıpkı kardelen çiçekleri gibi. hiçbirşeyi kolay bulmadım ben. ailede her devrimi ben yaptım. genelde de başarılıydı devrimler. kısaca hiçbirşey kolay olmadı...

sağanak

sabah kalktım, heryer kapkaranlık, yağmur...hazırlandım işe gitmek için. bizim bölgede daha çoktu yağmur, ilçeye yaklaştıkça azaldı. bütün gün yağdı, öğle tatilinde de biryere çıkamadık.

okul bitiminde silecekler yetişmiyordu hızına yağmurun. ev kalabalık. haralan gürelen geçti bugünde. bahar geldi diye sevinip, yazlıkları çıkarmayı planlarken, inşallah daha fazla soğumaz havalar. baharı, yazı özledim...

Perşembe, Mart 02, 2006

gençler

lise son sınıflara dersim vardı, öğrencilerim bir yıl da hazırlık okudukları için
üniversite birinci sınıf öğrencileri gibi.

yoklama yapıyorum, fişi imzalarken bir gürültü koptu. baktığımda kız ve erkek öğrenci birbirlerine girmişler. biri diğerinin yerine oturmuş, defterini almak istemiş sırasından. o da imalı bir şekilde diğerine vermiş. o bunu kaldıramamış, birbirlerini itmişler vs vs.

bütün bu olanlar bir dakika içerisinde. nooluyor demeden gene başladılar. bölüm derslerine girdiğimden onları çok iyi tanıyorum haftada 11 ders beraberiz. bağırıp çağırmak çözüm değil erkek çok sinirli. oğlum çık biraz dolaş dedim su filan iç. bahçede temiz hava al. yüzü sapsarı oldu. onun derdi bir kız buna nasıl vurur, kaldıramıyor. sınıf seyretmekte. neyse erekek çıktı, dolaştı 10 dk. sonra geldi, hiçbirşey olmamış gibi ben derse devam ediyorum. erk öğrenci hırsını alamamış, kızı tehdit ediyor, biraz da onları yumuşatmak adına gülerek espri filan yapıyorum, çünkü nutuk dinleyecek halde değiller. daha çok erkek öğr. dikleniyor, kız da gülerek cevap veriyor pişkince... ben hep uğur sakin diye uyarıyorum.

neyse dersin sonuna doğru erk. öğr. gözlüğünü çıkardı, kravatı gevşetiyor, ceket çıktı, sanki cenke hazırlanıyor. bu arada zil çaldı ben toparlandım kız öğr. ye hadi kızım dolaş gel dedim. maksat aynı ortamda tutmamak. gayet sakin bir şekilde hayır hocam niye çıkacakmışım dedi. ben korktum olacaklardan o korkmuyor. karidora çıktığım gibi sınıfın kapısı kapandı. bir hengame koptu ki arkamdan. hemen md. yrd. gördüm onu gönderdim sınıfa.

sonraki aldığım bilgilere göre birbirlerine girmişler, md yard. onları ayırmış çünkü erkek. ben ayıramazdım belki de arada kaynardım. ayrı ayrı çağırmış konuşmuş, ikna etmiş güya ama sınıfta devam etmiş kaba kuvvet.

gençleri anlama zor. hele ergenleri. liselerdeki kavgaları okuyunca gazetelerden paylaşmak istedim. hoşçakalın

Cumartesi, Şubat 25, 2006

ilkbahar


hava açıyor, kapıyor... bir yağmur bir güneş... ilk bahar geliyorrrr

Çarşamba, Şubat 22, 2006

giden

bir bitene çözüm yok, bir de yitip gidene...

Pazar, Şubat 12, 2006

sevgi üzerine

seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey
fakat artık yetmiyor bana
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum

şair nazım hapis yıllarında eşi için yazmış bu şiiri.

aşk herzaman bir ayrılık şarkısını içinde barındırır. işte o zaman gerçek aşktan sözedilebilir. sevgi öyle kolay kolay bulunmaz. yoktan varolmaz, tektir. sevgi güzelliktir, anlamaktır, anlaşılmaktır... sevgi herşey demek değildir ama başlangıcıdır. dostluğun insanca yaşamanın başlangıcıdır. kış ortasında açan ortancalar gibi "iyi ki yaşıyorum" demenin sevincidir.

sevgi ışık, deniz, okyanus, orman.... bazen de çakıltaşı, ısırganotudur. sevgi, kimi zaman zor bir bilmece, kimi zaman en önemlinizdir.

sevgi emek ister, yürek ister, zaman ister, kararlılık, direnme gücü ister.

sevgi, sevenlerin sevgiyi çoğaltmak için uğraşanların olsun... bütün dilekleri gönüllerince olsun. birliktelikler, onları ölüm ayırana dek sürsün. sevgiyle kalın... sevdiklerinize emek verin....

Cumartesi, Şubat 11, 2006

sıradan birgün

bugün oldukça geç kalktım. dünün yorgunluğu, gece geç yatmamdı bunun nedeni. zaten okul olmayınca hep geç yatar geç kalkarım. akşam üzeri 5 de spora gittim oflaya puflaya yaptım hareketleri. formumda değildim yani. herhalde düzensiz uykunun bunda payı vardı.

sonra alışveriş için markete gidildi. şu an yakıt bekliyorum. sonra da kardeşime oturmaya gideceğim. oraya diğer kardeş ve yeğen gelecek onlarla görüşeceğim.

yarın sınav var. sorumluluk sınavlarını haftasonuna da yaymışlar. bu gece onedenle daha zamanlı yatarım. sıradan birgün işte...

Perşembe, Şubat 09, 2006

gideceğim heryeri güzelleştirebilirmiyim!

son an

hayat son ana kadar sürprizlerle doluymuş.

son ana kadar...

Salı, Şubat 07, 2006

doğumgünüm

bugün benim doğum günüm. iyi ki doğdum.

ama herkes unuttu. sadece eşim hatırladı.

Pazartesi, Şubat 06, 2006

başlık yok

yüreğim çok büyük, oraya çok şey sığıyor.

ilişkiler

insanlardan ciddi anlamda argo ifadeyle kazık yemedim. o nedenle de hayal kırıklığı yaşamadım.

kime nekadar yaklaşabileceğimi bilebilmek ve o mesafeyi kendimin belirlemesi bunda etken. ailenin verdiği eğitim de çok önemli tabii ki! babam bizi çok korumacı yetiştirdi. o nedenle samimiyet ölçüsünü hep ben belirledim bu yüzden ilişkilerimde yanılmadım diyebilirim.

Cumartesi, Şubat 04, 2006

insanların dibe vurduğu zamanlar vardır değil mi. bu dibe vurmanın ölçüsü nedir. ben dibe mi vurdum. yoksa ... henüz değil mi? bu nezaman olur.. bekleyelim görelim bakalım.
sıkıntılar paylaşıldıkça azalıyor. benim çeşitli olayları ve koruları paylayabileceğim dostlarım ve yakınlarım var.

konuşmak istediğimde etrafımda birilerini bulabilmek ne güzel.

hayat bazen nekadar zor, anlamsız, dar... bugün de öyle birgün. umarım atlatırım. birileri kendini aklamaya çalışırken, birilerini de karalaması, haksız ithamlarda bulunması çok üzücü.. bir de bu sevdiğin kişiler tafından sevdiğin yakınlarına yapılıyorsa o daha da acı verici..

HEPİMİZ ATLATMAK ZORUNDAYIZ

Cuma, Şubat 03, 2006

gelecek

hayal kurmayan kişilerin gelecekleri olmazmış. ben pek hayal kurmasını sevmem.

yoksa benim geleceğim yok mu?

Perşembe, Şubat 02, 2006

ev çiçek açtı

hiç hesapta yokken alışveriş yapmanın zevki de bir başka güzel. bugün basit bir nedenle okula çağrıldık, yeğen dersanede, zaman geçirmeye çalışıyoruz kardeşimle, çünkü onu alacağız. birkaç mağazaya uğradık, hiç havamda değilim. hani bazen insanın gözüne milyarlar gözükmez bazen de bir milyonun hesabını yaparsın, öyle bir durumdayım. ucuzluk var birkaç birşey beğendim epey ucuzlamış ama almak canım istemedi. yeğeni aldık dersaneden yolda gelirken yeni açılan her türlü eveşyasının satıldığı büyük bir mağazaya uğradık. ufak büyük birşeyler aldık. heee dedim kendi kendime, ancak açıldım ben. en güzeli çiçeklerdi. baharı beklerken işe çiçeklerle başlamalı...epeyce saksı çiçek aldım. eve geldiğimde en büyük zevkim onları pencerelere yerleştirmek oldu, hepsi de rengarenk. ev çiçek açtı. onları izlemek en büyük zevk olsa gerek benim için. gözucuyla bile olsa açan çiçek bana çok huzur veriyor.
ben de çok ara verdim yahu. bazen neden yazmak istemeyiz ki. belki de psikolojiktir.kirpi gibi içimize kapanıp öylece kalakalırız. nasıl olunmasın ki....

tatil dönüşü mutlu mesutken birşekilde hooop bir duyum. gel çık işin içinden. aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. nasıl çıkarım bu işin içinden. hem kendimi nasıl rahatlatabilirim, hem de hiç kimseye zarar vermeyebilirim. epeyce kafa yordum yaaa